Kaç hayatımız var? Sadece 80 yıl yeter mi bu koca dünyayı anlamaya, bu kadar karışık duyguları çözmeye ve hatta onları idare edebilecek kadar ustalaşmaya? Bir tek kez gelip, hayatta kalmayı tam öğrendikten sonra gidivermek bu dünyadan, hem de geri gelmemek üzere, haksızlık olmuyor mu?
Bu soruları sadece ben sormuyorum tabiki. Yıllardır felsefenin ve dinin konusu olmuş şeyler bunlar. Neden geldik, nereye gidiyoruz, yaşamın amacı ne, insanlar düşünüyor tabi. Çalış çabala, bir yerlere gel sonra bir bak yaş kemale ermiş, hadi bakalım gitme vakti. E suya yazı mı yazıyoruz? Şu dünyadan kaç milyar insan geçti, kaçı hatırlanacak işler bıraktı arkasında? Şayet ben de unutulmazlar arasında olmazsam, yani kalıcı, o zaman anlamı ne geçirdiğim her günün bu dünyada? Nasılsa silecek beni de sayfalarından. Ne umutsuz bir bakış açısı. Ama bir o kadar da gerçek. Ne kadar süslersek süsleyelim, hayat aslında bu. Şayet ardında bir şey de yoksa kaçınılmaz olan ölüm silip süpürüyor tüm varlığımızı bu diyardan. Geriye başarabilirsek DNAmızı taşıyan, arada bizi sevgiyle anan bir çocuk kalıyor. İki nesil sonra artık hatırlanmaz da oluyoruz, o zaman her şey boşuna mıydı?
Açıkçası, kuyruğunu kapı aralığından kurtarmış her insan bunları düşünmeye başlar. Çok doğal, çünkü ölümün çaresi yok, zamanı yaklaştıkça iç hesaplar, nedenler niçinler, keşkeler artar. Sonra o koca bilinmezlik te adamı korkutur. Hadi geldik, bin tür eziyet çektik, şimdi nereye gidiyoruz?
Ödül ve ceza toplumları olduğumuz için mi bilmem, dinler hep yaşanmışlığın için değer biçer. Yani iyiysen cennet, kötüysen cehennem. Ama bu da haksızlık, ben bilmiyordum ki, tek hakkım vardı yanlış kullandım, düzeltemez miyim? Bazı inançlar buna da çözüm bulmuşlar, tabiki düzeltebilirisn. Al sana bir sürü hayat, bir sürü seçme şansı, doğruyu bul, kendini eğit. Ama tek bir şartla, bir önceki hayatını unutacaksın. İşte bu kulağa daha hoş geliyor değil mi? Yaşasın diyor insan, bir hakkım daha var, onu değerlendirebilirim. O zaman ölüm de daha az korkutucu oluyor. En azından ardında bilinmezlikten ziyade yeni bir yaşam vadi var. Ne kadar büyük bir motivasyon. Kim inanmak istemez ki böyle harika bir vaade?
İşte inanç böyle zamanlarda yardımına koşuyor insanın. Düşünerek çözemediklerini, vaadle sorun olmaktan çıkarıp çözüm haline getiriyor. İnanıyor. Belki de bu yüzden insanlar yaşlandıkça daha bir dine yaklaşıyor. Ölümü hissettikçe yeni bir umuda sarılıyor. Son derece zararsız, aksine yararlı bence. Rahatlatıcı. Sonun aslında bir başlangıç olduğuna inanmak kadar ölümü sempatikleştiren başka bir düşünce olamaz. İster cennete git, ister yeniden doğ. Yeni bir başlangıçtır bunlar. Ve yokolmayacağına dair verilmiş bir güvencedir. Sevgili okur, nacizane fikrim inançların, makul düzeyde tutulduğu sürece insana güven, mutluluk ve umut veren harika fikirler olduğu yönünde. Bazen suçlayacak hiç bir şey bulamadığımızda, engel olamadığımız bir terslikte kader işte diyebilmek, gerçekten rahatlatıcı, yoksa inanın kafayı bozabiliriz. Ama tabi abartmamak şartıyla. Meraklı bir dostun kaleminden biraz abartılmış inanç sebebiyle yaptığı bir işten, öğrendiği gerçeklerden(!) bahsedelim biraz.
Kaç Kez Yaşadım
Gazetede okuduğum bir yazıyla heyecan içinde kaldım. Yaşadığım şehirde bir kadın, kaç kez dünyaya geldiğimizi bilebiliyor, hatta içlerinden iki tanesini de anlatabiliyormuş. Derhal kadını arayıp randevu aldım. Aslında çok ama çok kez geldiğimi tahmin ediyorum. O kadar eskiyim ki, belki de mağaralardaki resimleri ben yaptım:)) Hatta o kadar yorgunum ki, bir daha da gelmeyeceğim. Sanki son hayatım bu yaşadığım. Sebebi de, hem insanları bir görüşte anlayabilmem, hem de onlara inanmak isteyecek kadar saf olmam. Galiba ilk gelen ruhla son gelen ruh arasında böyle bir fark var. İlk gelen gerçekten inanıyor, son gelen biliyor ama yine de inanmayı tercih ediyor. Aradaki hayatlarda ise kaybetmemek için her türlü hile serbest. Neyse, bunları bilerek gittim randevuma. Açıkçası beni çok tatmin etmedi, çünkü aynen bu düşündüklerimi söyledi bu hanım da. Tam tamına 384 kez gelmişim dünyaya. Üstelik bi tanesinde Tibette rahipmişim ve o dönemlerde kazandığım bazı yetenekleri halen kullanabiliyormuşum.Düşünsenize 1150 yılından beri aslında inançlara sahipmişim. O dönem öğrendiğim bilgiler yüzünden ortaçağda yakılan cadı, başka hayatlarda şifacı, medyum gibi bir sürü yaşama sahip olmuşum. Gerçekten de son hayatımmış bu, finali yapıyor muşum-sezon finali:)).Tüm bunları öğrenmem tabiki bir maliyetti, ve ücreti ödedim. Ama çıkarken de düşünmedim değil, benim bildiğim doğrularda ve inançta hediyeler satılmaz. Ve şayet bu hanımın böyle bir yeteneği var ise (sallamadıysa yani), bu bir hediyedir, satmaması gerekir. Şayet satarsa sezon finalinde adamın canına okur karma. En az 5 hayat cezası var bu işin:)) Sen daha öğrenemedin mi hediyelerin satılamıyacağını, al sana 5 hayat daha, hepsi hediyeli, satmamayı öğrenene kadar kal bu dünyada.
E ben nerden mi biliyorum, tam 384 kez görmüşüm, heralde oradan aklıma takılmış. Bu arada, herkesin hediyesi vardır cebinde, bazıları kullanmayı öğrenir, bazıları cebinin yerini bile bilmez. Ama eski bir ruh, bunun paraya çevrilmeyeceğini çok iyi bilir...
İşte sevgili okur, çok bilen, çok da inanan bir dost iletti bu satırları. Şayet konuya ilgi duyarsanız sizlere bilgi aktarabileceğini, çünkü etraftaki şarlatanlardan çok daha fazla saf bilgiye sahip olduğunu iddia ediyor. Bana bakmayın, ben sadece elçiyim, siz isteyin yeter. Ama inançları gerçeklerden ayırmayı da ihmal etmeden okuyun. İnanç bir tercihtir, ispatı yoktur, tartışmaya da açık değildir. Kim neye nasıl isterse öyle inanır. Hiç görmediğimiz bir şeye milyarlarca insan inanıyorsa, üstüne milyarlarca dolarlık organizasyonlar kurulabiliyorsa, demekki ispat edilemeyen şeylerin inanırlığı var bu dünyada:))