Hürriyet

>

13 Kasım 2010 Cumartesi

Estetik-Kadere Bir Tür Baş Kaldırış


Kimin evladı olarak doğduğumuz tamamen bir rastlantı. Nerede dünyaya geldiğimiz de. Peki nasıl göründüğümüz? Binlerce gen kombinasyonundan rastgele biraraya gelmeler ile dış görünüşümüz, kafamızın nasıl çalışacağı, yeteneklerimiz oluşuyor. Tamamen başka bir rastlantı, şans. Geleceğimizin nasıl olacağı aslında doğduğumuz anda rastlantıların devreye girmesiyle belirleniyor. Bize ne kalıyor geriye? Kaderimizle savaşmak. Tüm ömrümüz boyunca bize verilenlerle savaşıyoruz aslında. Önce ailemizle, sonra çevremizle en sonunda da sorunun aslında içimizde olduğunu keşfettiğimizde kendimizle...Şayet yetenek açısından şanslıysak, kafamızda şans eseri basıyorsa biraz, yine biraz da şansın yardımıyla çevre ve aileyi aşarak bambaşka bir gelecek yaratabiliriz kendimize. Marangozun oğlu cumhurbaşkanı olabiliyor mesela, ya da bir işçinin oğlu ünlü bir bilimadamı ya da doktor olabiliyor. Demek ki daha iyisi için savaşmak içimizde var, bizi hayatta tutan yaşam gayemiz halinde belki de. Gelelim dış görünüşümüze. Onu da biz seçmiyoruz, ama tüm ömrümüzce kabullenip sevmemiz bekleniyor. Peki hayatımız için mücadele etmek bu kadar takdir görürken, vücudumuz için yapılan bu değişim hareketi neden aşağılanır?
Estetik ameliyatlarından bahsediyorum şu an. Bana göre daha iyi bir yaşam için savaş yollarından biri de bu ameliyatlar. Çünkü onlarda da bir başkaldırış, daha iyiyi arayış var. Bunun, daha iyi okul, daha iyi iş, daha iyi ev için yaptığımız uğraşılardan ne farkı var? Ailemizi ve çevremizi yendikten sonra, geriye kalan tek savaş kendimizle olandır. Dış görünüşümüz, kim olduğumuzu, karakterimizi belirleyen çok ama çok önemli bir etkendir. Güzel bir insanın kendine güveniyle, çirkin bir insanın içine kapanıklığını tabiki sadece dış görünüşle açıklamaya kalkacak kadar sığ değilim. Ama etkin olduğunu da kabul edelim. Hem de çok, özellikle de ergenlikte.
Estetik cerrahisine (çok gerekmedikçe-kazalar gibi) açıkçası karşıydım. Bunu kendini kabul etmekten ziyade, kabul edilebilir hale getirme olarak görürdüm. Kolaya kaçmak gibi gelirdi. Ama sonradan çok farklı yönlerini gördüm. Bunun kaderle bir tür savaş olduğunu farkettim. Tek başına değil,ama bir amaç uğruna, hayatını değiştiren bir müdahale olarak kadere karşı zafer. Geriye dönmemek üzere vücutta yapılan her değişim cesaret ister. Hele ki cerrahi müdaheleler, acıya dayanıklılık ve sonuçları kabullenme ister. Dozajını kaçırmamak kaydıyla hayatla mücadelede her yolu mübah, bu yollara sapanları da cesur kabul ediyorum. Olduğu yerde başarıya ve istediği hayata çaba sarfetmeden, doğru yer-doğru zaman kuralıyla ulaşanlara da şanslı gözüyle bakıyorum. Tıpkı yaşamın dünya üzerinde varolması kadar raslantısal bir şans...O yüzden Marsta yaşanacak dünya yaratmak kadar çaba ve uğraş gösteren hayat mimarlarına şapka çıkarıyorum.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Alış-Veriş Manzaraları-Yargılarımız


Dış görünüş...Asla bakmam deyip nedense tüm yargılarımızı oluşturduğumuz kabuktur aslında. İç güzellik keşfine, bu kabuğun yargılarından sonra ulaşmak için çabalarız. Red, kabukla başlar. O yüzden de önemlidir, hem de çok. Güzellik ve çirkinlikten bahsetmiyorum şu an. Sadece nasıl göründüğümüzle ilgiliyim. Örneğin, alış-verişe çıktık ve gece kıyafeti arıyoruz. Vitrininde iç çamaşırı olan bir dükkana girmeyiz. Çünkü içerde de olmadığını, zaten satmak istediği ürünü vitrinde sergilediğini düşünürüz. Çoğunlukla da haklı çıkarız. Aynı mantığı insanlar için de kullanırız aslında. Barda, gecenin bir yarısı, mini etekle çılgınlar gibi dans eden bir kız, hayatını paylaşacak uzun vadeli bir ilişki arayan kadın izlenimi vermediği gibi, ona bakan erkeğe de çerezlik eğlence hissi verebilir. Bu ikili vitrinin cazibesine kapılıp tanışınca çıkacak sonuç tamamen vitrinin eseridir. Şayet kadının aradığı sağlam ve uzun bir ilişkiyse hüsrana uğrayacağı, hatta karşısındakini de uğratacağı kesindir. Yanlış anlaşılmasın, mini etek giymenin hafiflik olduğunu düşünen bir zihniyet yazmıyor bu satırları. Sadece yargıları eleştiren, ama ne yazıkki gücüne de inanan bir yazar var bu satırlarda.
Dış görünüşümüz bizim vitrinimizdir. Dışarıdan gelenlere neler sunabileceğimizi gösterebildiğimiz yegane önyargı kapımızdır. O yüzden fikre uygun vitrin düzenlemesiyle ne karşımızdakini kandırmış oluruz, ne de kendimizi.
Bardan bulduğun kızla evlenecek değilsin ya sözcüğünü çoğu kez duymuşumdur. Bu lafın özü işte yukarıdaki satırlarda gizli. Aslında bara giden kızların gitmeyenlerden hiç bir farkı yok. Bekarlarsa uzun vadeli ilişki arıyor olabilirler, belki sadece onu aramaya bara gelmiyorlardır, o kadar. Ama oraya gelen biri hakkında bu kadar genelleme yapmak, işte tam vitrinine, hatta semtine göre dükkan seçmektir. Belki biraz tanıyınca, o mini etekli, çılgınca dans eden kızın aslında hayatının kadını olduğunu görecek adam. Ama ona engel olan bir yargı var, semt ve vitrin.
Sadece barla sınırlı kalmayalım. Hayatımızın genelinde dış görünüşümüz düşüncelerimiz hakkında fikir verir karşı tarafa. Türban ve badem bıyık, kot ve tişört, etek ve topuklu ayakkabı, boyalı sarı saçlar ve makyaj, binilen arabanın markası ve gidilen mekanlar. Hepsini okurken kafanızda bişeyler canlandı hemen değil mi? Daha tanışmadınız bile, hatta karakterler canlı bile değil bu yazıda. Ama yargılarınız görev başında.
Demek istediğim şu ki;
Doğru düzenlenmiş bir vitrin (akıllıca, içerdeki malzemeyi olduğu gibi yansıtan, ne fiyat ne de kalite konusunda gerçekçiliği elinden bırakmayan, alıcıya dürüst olan), kendisine gelen müşteri konusunda hayal kırıklığını daha az belki de hiç yaşamayacaktır, tabi alıcı ne istediğini biliyorsa. Etrafta dolanıp aradığını bulamadığından yakınanlara ithaf olunur. Gerçekte vitrininiz ne aradığınızı karşı tarafa söyleyebiliyor mu? Yoksa kısa yolu tercih edip içerde aslında olmayan cafcaflı ve eğlenceli mallarla mı doldurduğunuz vitrinizi? Buna gelen kişi içerde bulduğu siyah-gri kıyafetlere ilgi göstermeyince bozulmayın, onu kandırıp içeri sokan sizsiniz çünkü.