Hürriyet

>

15 Ağustos 2013 Perşembe

Bukalemunun Ölümü

               Yolun ortasında, kıpırdamadan duruyor. Ya da o kadar yavaş yürüyor ki bana duruyormuş gibi geliyor. Hayatta kalmak için tek bildiği, ta geçmişten gelen avantajı olan kamuflajı kullanıyor. Rengi neredeyse asfalt ile aynı. Ama ben dikkatliyim, hemen duruyorum, yoldan kaldırıp kenardaki ormanlık alana bırakıyorum onu. Rengi yine hemencecik değişiyor, ellerimle koymama rağmen ben bile zorlanıyorum onu otların içinde bulmakta.
 "Dikkat et, herkes benim kadar özenli değil, iyisi mi sen buralardan taşın, daha ıssız yerlere git. Hem doğada seni koruyan bu kamuflajın insanlar arasında ölümün olur."
                Arabama binip uzaklaşıyorum oradan, gördüğüm en iri bukalemun, pet shoplarda görebileceğin türden. Ne işi var ki buralarda?
           Ertesi gün annem arıyor telefonla. Yolda kocaman ezilmiş bir bukalemun bulduk diyor. İçim eriyor. Ben dememiş miydim sana koca kafalı hayvan, senin hayatını koruyan özelliklerin ormanda hayvana geçerli, aynı özellik, burada, insanlar arasında senin ölümün olur. Hangi akıllı karşıdan karşıya geçerken asfalt rengine bürünür? Arabalar seni görmeli be hayvancık, tehlike görmemesinde. Ama sen de haklısın, milyon yıllık alışkanlık 30 yıl içinde değişir mi hiç? Ya tükeneceksin, ya da fosforlu olmayı öğreneceksin, evrimleşeceksin. Şehir hayatına uyum adı altında bir seri çalışmanın sonunda sen, sen olmaktan çıkacaksın. Yeni nesil, bukalemunu ortamın rengini alan hayvan olarak değil, aksine görünebilmek için fosforlu ışık yakan hayvan olarak tanımlayacak belki de.
         Kıssadan hisse, eski alışkanlıklarını, genetik özelliklerini arada sırada elden geçirmeli insan, yenilemeli. Yoksa eskiden hayatta tutan bu özellikler değişen yaşam koşullarında mezarınızı kazabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder