Hürriyet

>

13 Temmuz 2012 Cuma

Bir Yazlıkçının İtirafları

Hepimizin bildiği gibi yazları deniz kıyısındaki evlerine giden insanlara denir Yazlıkçı. Uzaktan sesi hoş gelen bu davulun şimdi yakından nasıl tıngırdadığını bir yazlıkçının ağzından dinleyelim. Belki o zaman çok da gıpta edilecek gruplar olduklarını düşünmeyeceksiniz. İşte, bir yazlıkçının kaleminden;

 Birinci Gün: Yolculuk
Hep beraber arabadayız. Yol tam tamına 11 saat ve araba tıkabasa dolu. Ayağımın altında düdüklü tencere, evde kalırsa bozulur diye yanımıza aldığımız biber-dometes poşeti, arka koltukta çocuk ve kafesteki kedi, İkedan alınmış nevresim ve çarşaf poşetleri, bagaj ful. Evden çıktık, daha iki sokak gitmiştik ki oğlan başladı, 'Geldik mi? Ne kadar kaldı?' kedi ise 5 saniyede bir miyavlamakta. Takometre gibi maşallah, 100 km. ye kadar normal miyav, biraz hızlanalım böğürmeye başlıyor. Her viraj, sollama, ani frende kedinin çıkardığı seslere şaşıyoruz. Eşim kedimizin havlamaya başladığını söylediğinde ne yazık ki hakverdim, kedice söylenecek her laf bitmişti sanırım, Van köpekçeye geçmişti. Zaman gerçekten göreceliymiş. İlk 6 saat bu kadar mı uzun olur. Neyseki kedi bayıldı (16 yaşındaki Van'ın en uzun performansıydı ne de olsa), oğlan PSPye kapıldı, ben sızdım. Kedinin arabaya işemesi dışında fazla da bir olay olmadı zaten ikinci 5 saatte. Gece eve varıp tam tamına 10 aydır kapalı olduğu için leş ötesi olan viraneye kediyi ve tüm eşyaları bıraktık, annemlerin yazlığına geçtik. Bu evde uyunamaz ki! Şükür yolculuk şimdilik bitti.

İkinci Gün: Ev Açma
Sabah evi temizlemeye geldik. Tüm mutfak indi, tüm dolaplar ciflendi, tabaklar tek tek yıkandı, her yer silinip süpürüldü, buzdolabı temizlendi, yosunlanan su pompası atıldı, valizler açılıp yerleştirildi, perdeler yıkandı,yataklar yapıldı,termosifon çalıştırıldı, baçe mobilyaları baçeye taşındı, geçen yıl kapanışta yıkanıp ütülenip kaldırılmış minderler yerleştirildi. Hani o beyaz minderli koltuklar ne güzel görünür değil mi resimlerde? Ama onları baçede beyaz tutmak ne kadar zordur biliyor musunuz? Hele ki evde kedi, çocuk ve arkadaşları varsa. Neyse, akşam 17 civarlarında temizlik bitti ama ben de bitim. Açız. Yorgunuz. Annemlere gidiyoruz yine yemeğe. Evde ne pişirecek bir şey ne de bende o güç var. Oğlan da ne zaman denize gideceğiz derdinde. Mayoyu giymiş dolanıyor. Bende mayo giyecek hal yok. Gün bitti diye seviniyorum o kadar.

Üçüncü Gün: Alış-veriş
Kahvaltı edecek ekmek yok evde. Bugün Migros günü. Deterjandan yağa, yoğurttan makarnaya ihtiyaç listesi yapılıyor. Tabiki yine ben gidiyorum. Doldur doldur bitmiyor. En zoru da eve taşımak. Tam tamına 72 basamak merdivenle eve ulaşılıyor. Çünkü bizim yazlığın yolu yok, daha yapılmadı. Zaten suyu da yok, kuyu bitince tankerle geliyor. Lağımı da vidanjörle çekiliyor. Ama olsun yazlığımız var ya:))

Dördüncü Gün: Pazar

Sanıyorsunuz ki keyfe başladık. Olur mu, bugün de pazara gidip sebze-meyve alacağız. Sabah 8 gibi evden çıkmak lazım yoksa sıcağa kalır perişan oluruz. Bir saatlik pazar alış-verişinden sonra eve dönüp yerleştirme ve yemek yapımına girişiyorum. Oğlan üç gündür mayoyla zıplamakta ne zaman yüzücez? Ulan ben de istiyorum ayağımı suya sokmak ama o zaman bunları kim yapacak? Öğleden sonra oğlanı alıp denize götürüyorum. Varya şezlonga yattığımda tabanlarım ağrıyor. Sanki falakadan kalktım geldim. Kolumu kıpırdatamıyorum. Oğlan denizden çıkarmış kafayı bağırıyor, 'anne gelsene su çok güzel, hem sırtına biniyim azıcık':)) Sırt senin yavrum, hiç inmedin ki zaten oradan:))

Beşinci Gün: Sefa

Yazlıkçı resimleri vardır, deniz manzarası eşliğinde bahçede kalkan kadehler ve keyifli yüzler. O kadınların gözlerinin ta içlerine bakın. O yorgunluğu siz de farkedeceksiniz. O resimlerin altında ciddi bir performans yatar ve siz buna hazır değilseniz asla yazlık almayın. Hele ki iki ayın altında tatiliiz varsa asla. Otelin gözünü yiyim ben be! Neyse, şimdi size geri kalan günlerin bir özetini geçeyim çok uzatmadan. Artık hayat rutindir. Sabahları kalkar bahçeye kahvaltı hazırlanır. Sonra toplanıp bulaşık yıkanır. 72 basamak tırmanılarak ( deniz çantası, deniz yatağı, pompa, su tabancası, makarna, palet, şnorkel, balık kepçesi koltuğumun altında, oğlan sadece bir kovayı sallaya sallaya gidiyor önümden, hava da en az 40 derece) arabaya ulaşılır. 15 dk. yol yapılır, plaja gelinir, şezlong savaşıyla bir tane kapılır, oğlan denize girdiği andan çıkana kadar tek göz onda izlenir. Ani durumlarda suya atlanıp olası kavga önlenir, boğulan varsa kurtarılır. Akşam eve dönülür, yemek yapılır, sofra hazırlanır, yine bulaşık, gece 10 gibi pil bitmiştir artık! Ne yattığım yeri bilirim, ne de saati. O uykunun tadı hiç bir şeye benzemez. Bakın İstanbul'da böyle uyku uyumuyorum ben. Oksijenden heralde:)) Bu arada haftada bir gün pazar, iki gün de Migros var, evi de hergün bir silmek lazım, malum bahçe. Çarşafları her hafta yıkamak gerek, malum ter. İşte size yazlıkçının özlenilen o iki kocaman ayı. Oğlan yine tepemde, hadi deniz diyor. 72 basamak ve 15 dk.lık araba yolu var önümde. İmrenin hadi. Olmazsa bize de beklerim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder