Hürriyet

>

10 Temmuz 2010 Cumartesi

Şeytan Çocukta Gizlidir-2 Anne Olmak


Anne olanlar bilir, doğumdan sonra başka bir hayata terfi olur kadın. Daha iyi ya da kötü diyemeyeceğim, kişiye ve çocuğun huyuna göre değişir(!), ama farklı bir dünyadır bu. Budizm, anne olmayı bir çakranın daha açılması olarak görür. Düşündüğünüzün aksine aşağılardan bir yerde değildir, tam tersi taç çakra dedikleri evrenselliğin simgelendiği 6. çakradır. Ne alaka diyeceksiniz, işte yanıtı;
1. Bebeğiniz daha gak demeden yatağınızdan fırlayıp yanında bulduğunuz kendinizi gecenin bir yarısı. Yolda koşarken duydunuz ilk ağlamasını. Nasıl hissettiniz uyurken? Geri dönüp yatağınıza girdiğinizde bakın bakalım babaya, hiç uyanmış bir hali var mı?
2.Gecenin bir yarısı kalkıp çocuğunuzun yanına gitmek istediniz, içinizden bir şey dürttü adeta, gittiğinizde gördünüz ki çocuğunuz ateşler içinde yanıyor. İçinizde size kalkıp çocuğunuzu kontrol etmenizi söyleyen o huzursuzluk neyin nesi acaba?
3. Bebeğinizi elinize almanızın üzerinden sadece 20 gün geçti, ama şimdiden ağlama tonundan gazı mı var, aç mı, altı mı kirli anlıyorsunuz. Baba ise hala koşarak yanınıza geliyor, soran bakışlarla neyi var diyor, sizden daha mı aptal ki hala anlamıyor?
4. İçiniz sıkılıyor, bir terslik var ama nedir bilmiyorsunuz, derken telefon çalıyor, arayan oğlunuz ya da kızınız, sınavdan kötü not almış ağlıyor. Onları avuturken oh diyorsunuz, neyseki sıkıntı buymuş. Falcı mısınız yoksa?
Anne, doğurduğu canlıyla evrensel bir bağ kurar. Daha konuşamayan bebeğinin tüm sorunlarını anlayacak, 1.000 km uzaktaki oğlunun sıkıntısını hissedecek kadar hem de. Doğumda başlayan bu bağ ve sorumluluk hissi sadece annenin ölümüyle son bulur. O yüzden 40 yaşınıza gelmenize rağmen anneniz hırkanı giy der, karnın aç mı diye sorar. Çünkü annenin birinci görevi evladının hayatta kalmasını sağlamaktır. Ve bu görev asla bitmez.
Başka değişiklikler de olur annede. Örneğin kalabalık bir ortamda ilk duyduğu ses çocuk ağlamasıdır, ya da biri 'anne' dediğinde mutlaka dönüp bakar. Yanında bir çocuk düşse, elindeki torbaları bırakıp yerden kaldırır, okul müsamerelerinde elinden mendili düşüremez. Niyeyse sulugözlü olmuştur artık. Bir çocuğun başına gelen kötü bir hikayeyi dinleyemez olmuştur, anne bir kediye artık yemek verip saygı duyar olmuştur. Ne de olsa annelik müessesesi insan-hayvan dinlemeyip bizi aynı kefeye koymuştur ve empati denen şey son hızla üstümüzden geçmiştir.
Sabır denen şeyin masterını yapmak zorundadır anne. Kolay mı üç yaşında 'neden, ama neden' sorularını saatlerce açıklamak? Ya da her gün kuralları hatırlatmak, uygulanmadığında 'ama bugün söylememiştin' diyen çocuğuna 'üç yıldır hergün söylediğim şeyi hala öğrenemedin mi' diyememek? İlk yıl iki büklüm el tutarak yürütmek, sonraki iki yıl hamamböceği gibi kaçan çocuğun peşinde koşmak, kah elinde alış-veriş torbasıyla, kah kaşıkla. Üç yıl boyunca her gece en az beş kez uyanan çocuğun tekrar uyumasını sağlamak, sonraki yıllarda da gizlice koyuna girmiş çocuğun tekmeleri sebebiyle uykusuz kalmak?
İlkokulun birinci yılı...Hergece okuma ödevini yapmak, sürekli kekeleyen, aynı harfte takılıp kalan, tekrar tekrar aynı hecede dönüp duran çocuğu sabırla beklemek. Bir saatte sadece bir satırı kan-ter içinde bitirmek. Yazı bölümünü anlatmak bile istemiyorum, el yazısına geçildi ya anneler bitti zaten.
Sırf çocuklarına daha yakın, okulla daha içli dışlı olmak için okul aile birliğine giren anneler, her hafta sonu sınıf arkadaşlarını ve ailelerini tanımak için doğumgünlerine giden anneler, hep anneler hep anneler. Kusura bakmayın babalar ama, daha çoğunluk olamadınız partilerde, o yüzden hakkınızı çatır çatır yiyeceğim.
Binlerce şey sıralayabilirim, tüm anneler de başlarını sallayabilirler. Ama artık yeter diyorum ve yazımı bitirmeden önce son uyarımı yapıyorum. Anne olmak başka bir hayata adım atmaktır, hayat yolunda yürürken çok dikkatle dönülmesi gereken bir kavşaktır, geri dönülmez sokaktır. Daha buralara gelmediyseniz tekrar ve tekrar düşünün, sadece çok isteyenler mutlu olacaktır çünkü bu yaşam seçiminden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder