Edebiyat dünyasının iki üvey evladı var. Polisiye ve bilim-kurgu. Nedense akla hemen ucuz çizgi romanlar, beden kahramanlarının duygusuz aksiyonları, uzaylı istilaları gelir. Halbuki biraz daha yakından incelense bilim-kurgunun içerdiği yüksek yaratıcılık, hayal gücü, insan davranışları en az bir edebi eserin içeriği kadar hatta bazen fazlası. İyi bir bilim-kurgu bugünün sorunlarını geleceğe taşıyarak çözüm arar. İçinde ince bir dilden fazlası vardır. Edebi eserlerde kahramanların kader rüzgarlarında savrulması ve direnişleri dile getirilirken bilim-kurgu bunu bir adım ileriye taşır. İnsan sorumluluğunu, yaratıcılığının bedellerini, teknolojinin ağırlığında değişen insan davranışlarını inceler. Hem sosyolojik hem de teknolojik hayaller içerir. Bugünün şartlarında sadece düş olarak kabul edilenlerin gelecekte hayatımızı nasıl yönlendireceğini araştırır, sorular sorar, yanıtlar verir. Bunu yaparken de iki farklı yaklaşım kullanır. Bugün var olan bir bilimsel sorunun gelecekte ulaşabileceği sınırları ve yaratacağı problemleri incelemek -ki buna projeksiyon denir-, ya da gelecekte gerçekleşecek bir buluşun topluma, kurallarına, ahlaki yaklaşımlarına ve insan davranışlarındaki değişimine getireceği farklılıkları incelemek -spekülasyon-. Bu iki ana soru alt başlık ve konulara ayrılarak daha detaylandırılabilir. Ama burada amacım bilim-kurguyu yapısal analiz etmek değil, içerik olarak neden edebi görülmesi gerektiğini tartışmak.
Edebiyat eserleri insan davranışlarını konu alırlar. Yazarlar çatışmalar yaratır, hayali düşmanlar üretir, kahramanlarını karar almaya zorlarlar. Her karar anı bir zirvedir ve bize kahramanımızın gerçek kişiliğine inmemizi sağlayan bir merdivendir. Zor şartlar altında verilmesi gereken her karar, kahramanımızın maskesini bir parça daha düşürür. O yüzden edebiyat güzel kelimelerin sayfalarda dans ettiği metinler değil, yoğun psikolojik baskıların yarattığı kararların ve karşılığında ödenen bedellerin geçit törenidir. Bilim-kurgu işte tam da bu nedenle edebiyata aittir. En çok kararın alındığı, belki de en yüksek bedellerin ödendiği türdür. Bazen tüm bir gezegenin kaybına, bazen bir ırkın yok olmasına, bir inancın kökten değişimine yol açan kararlar, kişisel değil ama toplumsal bedeller ödetir. Demek ki bilim-kurgu kişisellikten uzak, toplumsal değişimleri konu alan çok daha sosyolojik metinlerdir.
Biz (Zamyatin) totaliter toplum yapısını en iyi anlatan ,Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley), , 1984 (George Orwel) gibi kült kitaplara ilham kaynağı olan eserdir. Topluma karşı bireyin karşı çıkışı konu alınır. Günümüzde sürekli vurgulanan toplum refahı kavramını bireyciliğin üstünde tutmanın getirebileceği son noktayı anlatır. Birey ne zaman kendinden vazgeçer?
“Ama
sadece gözüne bir şey kaçan göz, parçalanmış parmak ve ağrıyan diş kendini
hisseder ve bireyselliğini kavrar. Sağlıklı göz, parmak ve diş adeta yoktur.
Kişisel bilincin sadece bir hastalık olduğu apaçık ortada değil mi?[1]”
[1] Biz, Yevgeni Zamyatin, İthaki Yayınları : 134
[2] Ray Bradbury, Fahrenheit 451, İthaki yayınevi, s:98-99