“Başlamakla ilgili bir sorunum yok, milyonlarca şeye başladım ama hiçbirini bitiremedim. Neden bitiremiyorum?”
Siz de bir türlü başladığınız şeyleri aynı kararlalılık ve istikrarla bitiremiyor musunuz? Bitiremediğim şeyler neler mi?
Her Pazartesi başladığım diyetim, 1 yıllık ödemesini peşin yaptığım spor üyeliğim, son 3 aydır düzenlememi bekleyen kitaplığım gibi gibi.. Bu örnekleri çoğaltıp daha fazla kendi moralimi bozmak istemiyorum :)
New York Times Bestseller, Amazon Puanı: 4.8/5 olan “BİTİR” , son zamanlarda okuduğum en dikkat çekici ve aldığım kararları hayata geçirmemde yardımcı olan bir kitap oldu. Üstelik sadece 2 günde bitirdim.
Şimdi size okuduğum kitaptan kısa kısa bilgiler aktarmak isterim. Araştırmalara göre, yeni yıla girerken alınan kararların yüzde 92'si başarısızlıkla sonuçlanıyor. Buna şaşırdık mı ?!
Bunun ardındaki en büyük ve en sinsi neden, tembellik değil mükemmeliyetçilikmiş. Hepimiz kendimizin en acımasız eleştirmeniyiz ve mükemmel olmayacağını düşünüyorsak hiç yapmamayı tercih ediyoruz. Bu nedenle, iyi bir başlangıç yapmış bile olsak, sonuçların istediğimiz gibi olmayacağını düşünmeye başladığımız anda daha fazla ilerlemekten vazgeçiyoruz.
Bu kitaptaki stratejiler bugüne kadar okuduklarınızla örtüşmeyebilir ve sizi şaşırtabilir. Ancak kitapta önerilen uygulamalar bir üniversite araştırmacısının yüzlerce katılımcıyla yaptığı çalışmalara dayanıyorlar.
Siz de artık benim gibi kronik olarak bir şeyleri erteliyor ve sürekli olarak başladığınız diyeti 2 günde bırakıyor, hedeflerinize bir türlü ulaşamıyorsanız bu kitabı okuduktan sonra kitaptaki prensipleri uygulayarak hedeflerini tamamlayabilen kişiler arasına girebilirsiniz.
Hedeflerini "BİTİR" kitabı sayesinde tamamlamayı başaran hatta bu kitabı okuyan olursa yorumlarını yazsın. Güçlerimizi birleştirelim.
Hedefine ulaşamayan arkadaşınız, tanıdıklarınız varsa bence onlara alabileceğiniz en güzel hediye de sanırım bu kitap olacaktır . Merak edenler için buraya kitabın linkini bırakıyorum.
Votka Limon
Yaşam ve ilişkiler üzerine denemeler, gezi notları ve kitap önerileri, bir de yemek tarifi verdim mi, yok yok bu blogda:))
Hürriyet
>
29 Ocak 2020 Çarşamba
Son 10 Yılın En İyi Tasarımları EDIDA Retrospektif Sergisiyle HOM Design Center’da Sergileniyor!
Türkiye’den ve dünyadan 100’ün üzerinde seçkin mobilya markasına ev sahipliği yapan tasarım ve dekorasyon merkezi HOM Design Center, son 10 yılda EDIDA Ödülü (Elle Deco International Design Awards) kazanmış tasarımların bir araya geldiği EDIDA Retrospektif Sergisi’ne ev sahipliği yapıyor. 23 Ocak - 19 Şubat tarihleri arasında gerçekleştirilecek sergide ziyaretçiler, 2010 yılından bu yana, tasarım ve dekorasyon alanında yaşanan değişimleri inceleme şansı yakalayacaklar.
Skyland İstanbul bünyesinde yer alan ve Türkiye’nin tasarım ve dekorasyon alanındaki seçkin markalarını aynı çatı altında buluşturan HOM Design Center, EDIDA Retrospektif Sergisi ile tasarım tutkunlarına kapılarını açıyor. Elle Decoration dergisi tarafından düzenlenen EDIDA Ödülleri’nde 2010’dan bugüne ödül kazanmış tasarımları bir araya getiren sergi, 23 Ocak - 19 Şubat tarihleri arasında HOM Design Center’da tasarım severlerle buluşacak.
Son 10 yılın ödüllü tasarımları, Türkiye’nin en büyük tasarım ve dekorasyon merkezinde Türkiye’de son 10 yılda tasarım alanında yaşanan değişimleri yansıtan retrospektif sergide, Derin Sarıyer’in “Fek” koltuğundan Faruk Malhan’ın “Sekü” kanepesine, Can Yalman’ın Çanakkale seramik için tasarladığı “Orientele” duvar kaplaması koleksiyonundan Atilla Kuzu’nun “Mantis” aydınlatmasına, birçok ödüllü tasarım bir araya geliyor. Ebru Çerezci, Ross Lovegrove, Tanju Özelgin, Erdem Akan, Rıfat Özbek, Koray Özgen, Emre Evrenos, Selen Öztürk, Zeynep Fadıllıoğlu, Merve Kahraman, Yeşim Ketenci, Atilla Kuzu, Mauro Lipparini, Neptün Öziş, Banu Yentür, Mustafa Toner, Haldun Akalın, Maurizio Manzoni, Faruk Malhan, Begüm Cemiloğlu&Ekin Varon ve Enis Karavil ise sergide çalışmaları bulunan diğer tasarımcılar arasında yer alıyor.
Türkiye’de tasarım ve dekorasyon alanında yaşanan değişimleri başarılı örnekler üzerinden görünür kılan EDIDA Retrospektif Sergisi, 19 Şubat’a kadar ücretsiz olarak HOM Design Center’da ziyaret edilebilir.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
27 Ekim 2015 Salı
ÜÇ GAME OF THRONES KARAKTERİ - ÜÇ BÜYÜK ROMAN KAHRAMANI
Hepimizi ekrana kilitleyen, kurgusuyla, karakterleriyle, çatışma ve diyaloglarıyla aklımızı başımızdan alan, belki de son yılların en sağlam dizisi Game Of Thrones'un ünlü romanlara saygı duruşu niteliğinde kahramanlar yarattığını hiç fark ettiniz mi? Gelin bakalım hangi kahramanlara gönderme yapılmış.
1. John Snow ve Samwell Tarly arasındaki ilişki: William Golding'in ünlü romanı Sineklerin Tanrısı'nın unutulmaz ikilisi Ralph ve Domuzcuk. Ralph doğrudur, adildir, vahşet ve yanlışın karşısındadır, medeniyetin temsilidir. Domuzcuk şişmandır ama bir o kadar da bilgedir. Saftır ama okumuştur. Ralph'in sağ duyusudur, onun aklı, gerektiğinde verdiği doğru karardır. Diğerleri tarafından hep aşağılanmasına rağmen nefret gütmez, Ralph'in en yakın arkadaşıdır.
2. Lady Brienne ve yaveri Podrick: Size de Don Kişot ve Sancho Panza'yı hatırlatmıyor mu? Lady Brienne şövalye değildir, tıpkı Don Kişot gibi, ama şövalyelerin tüm değerlerine sahiptir ve neredeyse gerçek bir şövalyeden daha bağlıdır yeminlerine. Şeref ve onur için yel değirmenlerine karşı savaşır, taraf tutmaz ve kendince doğru olanı yapar. Podrick ise ayağı daha yere basan, sıkça ladysini uyaran seyistir. Dövüşemez, çok akıllı değildir ama kesinlikle şövalyesinden daha fazla dünyanın gerçeklerinin farkındadır.
3. Qyburn ve Dağ: Frankeştayn öyküsüne benzerliği su götürmez. Dağ ölümden döndürülmüştür, ya da diriltilmiştir. Ama artık eskisi gibi değildir.
Son olarak The Wall ile ilgili yazacaklarım. Bir duvar iki dünyayı ayırır. Yabaniler ve ilk insanlar. Bu metafor Ursula Le Guin'in ünlü Mülksüzler adlı romanına bir gönderme olabilir mi? Ünlü roman şu cümlelerle açılır;
"Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlıydı, iki yüzlüydü. Neyin içerde, neyin dışarda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."
MÜLKSÜZLER (Dispossessed) - Ursula K. LE GUIN
John Snow kendisine yabani hayranı olduğunu söyleyen kişiye dönerek aynı bu cümleleri söyler; kim olduğun duvarın ne tarafında doğduğuna bağlı, tek farkımız bu!
İyi seyirler, nitelikli okumalar!
1. John Snow ve Samwell Tarly arasındaki ilişki: William Golding'in ünlü romanı Sineklerin Tanrısı'nın unutulmaz ikilisi Ralph ve Domuzcuk. Ralph doğrudur, adildir, vahşet ve yanlışın karşısındadır, medeniyetin temsilidir. Domuzcuk şişmandır ama bir o kadar da bilgedir. Saftır ama okumuştur. Ralph'in sağ duyusudur, onun aklı, gerektiğinde verdiği doğru karardır. Diğerleri tarafından hep aşağılanmasına rağmen nefret gütmez, Ralph'in en yakın arkadaşıdır.
2. Lady Brienne ve yaveri Podrick: Size de Don Kişot ve Sancho Panza'yı hatırlatmıyor mu? Lady Brienne şövalye değildir, tıpkı Don Kişot gibi, ama şövalyelerin tüm değerlerine sahiptir ve neredeyse gerçek bir şövalyeden daha bağlıdır yeminlerine. Şeref ve onur için yel değirmenlerine karşı savaşır, taraf tutmaz ve kendince doğru olanı yapar. Podrick ise ayağı daha yere basan, sıkça ladysini uyaran seyistir. Dövüşemez, çok akıllı değildir ama kesinlikle şövalyesinden daha fazla dünyanın gerçeklerinin farkındadır.
3. Qyburn ve Dağ: Frankeştayn öyküsüne benzerliği su götürmez. Dağ ölümden döndürülmüştür, ya da diriltilmiştir. Ama artık eskisi gibi değildir.
Son olarak The Wall ile ilgili yazacaklarım. Bir duvar iki dünyayı ayırır. Yabaniler ve ilk insanlar. Bu metafor Ursula Le Guin'in ünlü Mülksüzler adlı romanına bir gönderme olabilir mi? Ünlü roman şu cümlelerle açılır;
"Bir duvar vardı. Önemli görünmüyordu. Kesilmemiş taşlardan örülmüş, kabaca sıvanmıştı; erişkin biri üzerinden uzanıp bakabilir, bir çocuk bile üzerine tırmanabilirdi. Yolla kesiştiği yerde bir kapısı yoktu; orada yerin geometrisine indirgeniyordu: bir çizgiye, bir sınır düşüncesine. Ama düşünce gerçekti. Önemliydi. Yedi kuşak boyunca dünyada o duvardan daha önemli bir şey olmamıştı. Bütün duvarlar gibi iki anlamlıydı, iki yüzlüydü. Neyin içerde, neyin dışarda olduğu, duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı."
MÜLKSÜZLER (Dispossessed) - Ursula K. LE GUIN
John Snow kendisine yabani hayranı olduğunu söyleyen kişiye dönerek aynı bu cümleleri söyler; kim olduğun duvarın ne tarafında doğduğuna bağlı, tek farkımız bu!
İyi seyirler, nitelikli okumalar!
2 Temmuz 2015 Perşembe
DEĞERLİ EŞYALARINIZ ELİNİZİN ALTINDA, EL BAGAJINIZDA OLSUN!
Kredi kartınızı, pasaport, ehliyet ve araç ruhsatı gibi her an ihtiyacınız olabilecek belgelerinizi; nakit paranız, değerli takılarınızı; uçuş sırasında ya da uçuşunuzun hemen ardından ihtiyacınız olabilecek ilaçlarınızı; bilgisayarınız ve cep telefonunuzu; sözleşmeler, tapu, diploma gibi önemli evrak ve belgelerinizi el bagajınızda taşıyın, aklınızı onlarda bırakmayın.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
28 Mayıs 2015 Perşembe
BİLİM-KURGU - EDEBİYAT DÜNYASININ ÜVEY EVLADI
Edebiyat dünyasının iki üvey evladı var. Polisiye ve bilim-kurgu. Nedense akla hemen ucuz çizgi romanlar, beden kahramanlarının duygusuz aksiyonları, uzaylı istilaları gelir. Halbuki biraz daha yakından incelense bilim-kurgunun içerdiği yüksek yaratıcılık, hayal gücü, insan davranışları en az bir edebi eserin içeriği kadar hatta bazen fazlası. İyi bir bilim-kurgu bugünün sorunlarını geleceğe taşıyarak çözüm arar. İçinde ince bir dilden fazlası vardır. Edebi eserlerde kahramanların kader rüzgarlarında savrulması ve direnişleri dile getirilirken bilim-kurgu bunu bir adım ileriye taşır. İnsan sorumluluğunu, yaratıcılığının bedellerini, teknolojinin ağırlığında değişen insan davranışlarını inceler. Hem sosyolojik hem de teknolojik hayaller içerir. Bugünün şartlarında sadece düş olarak kabul edilenlerin gelecekte hayatımızı nasıl yönlendireceğini araştırır, sorular sorar, yanıtlar verir. Bunu yaparken de iki farklı yaklaşım kullanır. Bugün var olan bir bilimsel sorunun gelecekte ulaşabileceği sınırları ve yaratacağı problemleri incelemek -ki buna projeksiyon denir-, ya da gelecekte gerçekleşecek bir buluşun topluma, kurallarına, ahlaki yaklaşımlarına ve insan davranışlarındaki değişimine getireceği farklılıkları incelemek -spekülasyon-. Bu iki ana soru alt başlık ve konulara ayrılarak daha detaylandırılabilir. Ama burada amacım bilim-kurguyu yapısal analiz etmek değil, içerik olarak neden edebi görülmesi gerektiğini tartışmak.
Edebiyat eserleri insan davranışlarını konu alırlar. Yazarlar çatışmalar yaratır, hayali düşmanlar üretir, kahramanlarını karar almaya zorlarlar. Her karar anı bir zirvedir ve bize kahramanımızın gerçek kişiliğine inmemizi sağlayan bir merdivendir. Zor şartlar altında verilmesi gereken her karar, kahramanımızın maskesini bir parça daha düşürür. O yüzden edebiyat güzel kelimelerin sayfalarda dans ettiği metinler değil, yoğun psikolojik baskıların yarattığı kararların ve karşılığında ödenen bedellerin geçit törenidir. Bilim-kurgu işte tam da bu nedenle edebiyata aittir. En çok kararın alındığı, belki de en yüksek bedellerin ödendiği türdür. Bazen tüm bir gezegenin kaybına, bazen bir ırkın yok olmasına, bir inancın kökten değişimine yol açan kararlar, kişisel değil ama toplumsal bedeller ödetir. Demek ki bilim-kurgu kişisellikten uzak, toplumsal değişimleri konu alan çok daha sosyolojik metinlerdir.
Biz (Zamyatin) totaliter toplum yapısını en iyi anlatan ,Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley), , 1984 (George Orwel) gibi kült kitaplara ilham kaynağı olan eserdir. Topluma karşı bireyin karşı çıkışı konu alınır. Günümüzde sürekli vurgulanan toplum refahı kavramını bireyciliğin üstünde tutmanın getirebileceği son noktayı anlatır. Birey ne zaman kendinden vazgeçer?
“Ama
sadece gözüne bir şey kaçan göz, parçalanmış parmak ve ağrıyan diş kendini
hisseder ve bireyselliğini kavrar. Sağlıklı göz, parmak ve diş adeta yoktur.
Kişisel bilincin sadece bir hastalık olduğu apaçık ortada değil mi?[1]”
[1] Biz, Yevgeni Zamyatin, İthaki Yayınları : 134
[2] Ray Bradbury, Fahrenheit 451, İthaki yayınevi, s:98-99
8 Nisan 2015 Çarşamba
KÜÇÜK YAZARIN EL KİTABI- ÇOCUKLAR İÇİN ÖYKÜ YAZIM TEKNİKLERİ
Sonunda ilk kitabım çıktı. Küçük Yazarın El Kitabı. Yılların yazma ve okuma birikimiyle öğretmenlik tecrübemi bir araya getirebildiğim kılavuz kitap. Aslında amacım kitap yazmak değildi, daha çok ders notlarımı düzenlemek, egzersizlerimi ve örneklerimi derli toplu sıraya sokmaktı. Böylece elimde bir sürü kitap, kağıt ve bilgisayar taşımayacak, her sınıfa standart bilgi aktarabilecektim. Çünkü bazen konu sizi alıp götürür, birden kendinizi Aziz Nesin'in bir hikayesini çocuklara okur bulursunuz. Diğer sınıfta okumadığınız için suçluluk duyar, onu da müfredata eklersiniz. Bunun da sonu yoktur. Halbuki derlenmiş bir kitaptan gitmek hem beni hem de çocukları konuda tutar. İşte kitap bu şekilde ortaya çıktı. Biraz fazla detaya girince yazar arkadaşlarımın çabalarıyla bir yayıneviyle görüşmeye ikna oldum. Çünkü ortaya çıkan şey ders notlarından daha iyi bir ürün olmuştu. Esen Yayıncılık bunu fark eden ilk yayınevi olarak basımı üstlendi ve beş aylık bir çalışmanın sonunda piyasaya çıktı Küçük Yazarın El Kitabı.
Neler var kitabımda? Öncelikle ilkokul 4-ortaokul 8. sınıflar arası 10-14 yaş aralığına hitap ediyor. Yaratıcı yazarlık tekniklerini 5N1K sırası ile veriyor, tanınmış filmlerden örneklerle konuyu pekiştiriyor ve egzersizlerle çocukların kendi başlarına yaratım sürecine girmelerini sağlıyor. Sınırlı yazım teknikleriyle çocukların daha çok yazması teşvik ediliyor. Sınıflarımda kullandığım bir çok egzersiz ve tekniği bu kitapta verdim. Çocukların yazma keyfini artıran, kalitesini yükselten egzersizler olduğunu derslerimde gördüm. Kendi atölyemde kullanmadığım hiç bir bilgi ve tekniği kitaba koymadım. Ama kitaba koyamadığım daha nice örnek, egzersiz ve bilgi var, orası ayrı. Bu kitapla çocukların kendi öykülerini yazabilecek kadar teknik öğretmeyi amaçladım, umarım başarmışımdır. Çünkü aynı bilgilerle atölyemde öğrencilerim harika işlere imza atıyorlar.
Sonuçta bu kitap bir öykü yazma kılavuzudur. Çocukların hayal güçlerini kullanarak derli toplu bir hikaye yaratmalarına yardımcı olur. Daha nitelikli okumalar yapmalarına önderlik eder. Bir çok arkadaşım sadece çocukları için değil, kendileri için aldılar kitabı. Bir başlangıç yapmak istediklerini söylediler. Neden olmasın, 10 yaşında bir çocuğa bile öykü yazdırabiliyorsak siz neden yazmayasınız?
Kitaptan kısa bir giriş vererek yazımı bitireyim:
(Atölye ve okul eğitimlerimle ile ilgili detaylı bilgi için http://www.zumrutbiyiklioglu.com/)
Merakettiklerin.com
Neler var kitabımda? Öncelikle ilkokul 4-ortaokul 8. sınıflar arası 10-14 yaş aralığına hitap ediyor. Yaratıcı yazarlık tekniklerini 5N1K sırası ile veriyor, tanınmış filmlerden örneklerle konuyu pekiştiriyor ve egzersizlerle çocukların kendi başlarına yaratım sürecine girmelerini sağlıyor. Sınırlı yazım teknikleriyle çocukların daha çok yazması teşvik ediliyor. Sınıflarımda kullandığım bir çok egzersiz ve tekniği bu kitapta verdim. Çocukların yazma keyfini artıran, kalitesini yükselten egzersizler olduğunu derslerimde gördüm. Kendi atölyemde kullanmadığım hiç bir bilgi ve tekniği kitaba koymadım. Ama kitaba koyamadığım daha nice örnek, egzersiz ve bilgi var, orası ayrı. Bu kitapla çocukların kendi öykülerini yazabilecek kadar teknik öğretmeyi amaçladım, umarım başarmışımdır. Çünkü aynı bilgilerle atölyemde öğrencilerim harika işlere imza atıyorlar.
Sonuçta bu kitap bir öykü yazma kılavuzudur. Çocukların hayal güçlerini kullanarak derli toplu bir hikaye yaratmalarına yardımcı olur. Daha nitelikli okumalar yapmalarına önderlik eder. Bir çok arkadaşım sadece çocukları için değil, kendileri için aldılar kitabı. Bir başlangıç yapmak istediklerini söylediler. Neden olmasın, 10 yaşında bir çocuğa bile öykü yazdırabiliyorsak siz neden yazmayasınız?
Kitaptan kısa bir giriş vererek yazımı bitireyim:
"Öykü yazmak tıpkı giyinmek gibi belli bir sıra ister. Önce
çorabınızı sonra ayakkabınızı giyersiniz, fanilanızı kazağınızın üzerine
giyemezsiniz. Öyküde de anlaşılır olmak için bir düzene ihtiyaç vardır.
Karakteri yaratmadan macerayı kuramazsınız, çatışmayı yaratmadan neden-sonuç ilişkisini
veremezsiniz O yüzden sırayla gitmek size en başından itibaren kolayca yaratma,
mantık ilişkilerini kurabilme olanağını verir.
Önce karakter yaratmakla başlayın. Kahramanınız ve
yardımcıları ortaya çıktıkça düşmanlar da belirmeye başlar. Sırada çatışma var,
düşmanla beraber artık savaşın ya da anlaşmazlığın sebepleri oluşur. Son olarak
da tüm bunları ayakta tutacak bir iskelete ihtiyacımız var. Kurgu ya da olay
örgüsü işte tam da bize bunu sağlayacak." Küçük Yazarın El Kitabı(Atölye ve okul eğitimlerimle ile ilgili detaylı bilgi için http://www.zumrutbiyiklioglu.com/)
Merakettiklerin.com
MUHTEŞEM ANTAGONİST MR. FLETCHER
Tüm kurmaca metin yazarları çok iyi bilirler ki yarattıkları kahramanı orta ya çıkaracak olan düşmanıdır. Çünkü protagonistin gerçekte kim olduğunu gösteren, sıradan hayatında takındığı maskeyi düşüren, zor kararlar vermesini sağlayan kişidir o. Kurmaca metinde antagonistin anlamı tam da budur, kahramanın savaştığı, çatışırken de kendini bulup geliştirdiği zıt karakter. Karakterlerin kahraman olmak için yenecekleri bir düşmana ihtiyaçları vardır, kazanılan savaş yoksa zafer de yoktur ve kahramanlar zaferlerinden var olurlar. Demek ki antagonist yenilmesi gereken bir korku, aşılması gereken bir engel, belki de keşfedilip kabullenilmesi gereken bir yetenektir. Whiplash'i seyrederken Mr. Fletcher'a belki de defalarca kere hayran olmamın sebebi de bunlardı. Son derece başarılı yaratılmış, bipolar kişilik bozukluğu olması muhtemel, tutkulu, hırslı, kindar ve yetenekli Mr. Fletcher belki de son dönemlerde izlediğim en başarılı antagonist. Hayran olunan öğretmenden korkulan orkestra şefine, beğenisinin kazanılmaya çalışıldığı müzisyenden nefret edilen insana uzanan bir çizgide ilerler Fletcher kahramanın gözünde. Aynı anda ne çok şeydir Fletcher. Ve kahramanı nerden nereye taşır. Kurmaca metninizde antagonistiniz ne kadar iyiyse öykünüz o kadar sağlam, kahramanınızın gelişimi o kadar inandırıcı olur. Korkak, kendine güvensiz bir çocuktan cesur bir caz bateristi çıkaracak olan antagonistin de çok iyi kurgulanmış olması gerekir. Üstelik bunu yaparken duyguları hayranlıktan korkuya, öfkeden nefrete, sevgiden saygıya değiştirebiliyorsanız iyi bir iş çıkarmışsınız demektir.
Genç baterist ile Flatcher arasındaki ilişki büyük bir hayranlıkla başlar. Fletcher muhteşem biridir ve tüm öğrenciler onun tarafından keşfedilmeyi arzular. Orkestrası bir numaradır, sadece efsane olacaklar yer edinebilir. O yüzden Andrew orkestraya seçildiğinde ayakları yerden kesilir, kendini neredeyse Fletcher'a adar. Paydosu olmayan çalışmalar, parçalanmış eller, kaybedilmiş sevgililer düşüşün başlangıcıdır. Çünkü bu adanmışlık takdir görülmeyip daha da zorlamaya gidince Andrew'da öfkeye sebep olur. Ne yaparsa yapsın hep daha fazlasını istemiştir Fletcher ondan. Ve normal olarak takdirsiz bir zorlama öfkeye sebep olur. Bunun sınırı nerededir, birini ne kadar zorlayabilirsiniz? Efsaneysen asla pes etmezsin ama sıradansan kaçar gidersin. Fletcher'ın sınırı budur işte, ya efsane olmak için kal ya da çek git. Sıradan bir müzisyen olmanın anlamı yok. Fletcher sınır uçlardadır ya hep, ya hiç. İşte o yüzden de muhteşem bir antagonisttir. Kahramanın hayatta kalmak için tek şansı "hep" olmaktır. Bundan daha güzel gelişim sebebi olabilir mi? Hele içine bir de intikam kattınız mı, ki son sahne intikamdan başlayıp saygıya uzanan bir süreçtir, tadından yenmez.
İşte benim Whiplash'im, işte benim antagonistim. Belki de bir kez de bu gözle seyretmek gerek, antagoniste hakkını vererek. İyi-kötü gibi basit bir ayrımdan amaca giden her yol mubahtır diyene saygı duyma gelişimini göstererek. İyi seyirler!
Genç baterist ile Flatcher arasındaki ilişki büyük bir hayranlıkla başlar. Fletcher muhteşem biridir ve tüm öğrenciler onun tarafından keşfedilmeyi arzular. Orkestrası bir numaradır, sadece efsane olacaklar yer edinebilir. O yüzden Andrew orkestraya seçildiğinde ayakları yerden kesilir, kendini neredeyse Fletcher'a adar. Paydosu olmayan çalışmalar, parçalanmış eller, kaybedilmiş sevgililer düşüşün başlangıcıdır. Çünkü bu adanmışlık takdir görülmeyip daha da zorlamaya gidince Andrew'da öfkeye sebep olur. Ne yaparsa yapsın hep daha fazlasını istemiştir Fletcher ondan. Ve normal olarak takdirsiz bir zorlama öfkeye sebep olur. Bunun sınırı nerededir, birini ne kadar zorlayabilirsiniz? Efsaneysen asla pes etmezsin ama sıradansan kaçar gidersin. Fletcher'ın sınırı budur işte, ya efsane olmak için kal ya da çek git. Sıradan bir müzisyen olmanın anlamı yok. Fletcher sınır uçlardadır ya hep, ya hiç. İşte o yüzden de muhteşem bir antagonisttir. Kahramanın hayatta kalmak için tek şansı "hep" olmaktır. Bundan daha güzel gelişim sebebi olabilir mi? Hele içine bir de intikam kattınız mı, ki son sahne intikamdan başlayıp saygıya uzanan bir süreçtir, tadından yenmez.
İşte benim Whiplash'im, işte benim antagonistim. Belki de bir kez de bu gözle seyretmek gerek, antagoniste hakkını vererek. İyi-kötü gibi basit bir ayrımdan amaca giden her yol mubahtır diyene saygı duyma gelişimini göstererek. İyi seyirler!
Etiketler:
antagonist,
Terence fletcher,
Whiplash,
zorlamak
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)